Yapay Zeka ve İnsan Zihni: Üretkenlik Artarken Bilişsel Ağlar Sönüyor mu?
MIT’den Oxford’a Uzanan Çığır Açan Araştırmalar, ChatGPT Gibi Teknolojilerin Beyin Aktivitesini Nasıl Azalttığını ve Eleştirel Düşünceyi Nasıl Tehlikeye Attığını Gözler Önüne Seriyor
Yapay zeka, özellikle ChatGPT gibi güçlü dil modelleri, günlük yaşamımıza ve iş süreçlerimize hızla nüfuz ederken, bu teknolojinin insan zihni üzerindeki derin ve uzun vadeli etkileri, bilim dünyasının en yakıcı tartışma konularından biri haline geldi. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) tarafından yürütülen ve alanında çığır açan bir nörobilim çalışması, bu etkilere dair çarpıcı bir bulgu sunuyor: Yapay zeka araçlarıyla metin yazan bireylerin beyinlerindeki bilişsel ağlar, geleneksel yöntemlerle yazanlara oranla çok daha düşük bir aktivite sergiliyor.
Araştırma ekibi, katılımcıların yazma süreçlerini elektroensefalografi (EEG) cihazlarıyla izleyerek beyin sinyallerini titizlikle analiz etti. Elde edilen bulgular, yapay zekadan özetleme, kaynak bulma, dil bilgisi düzeltme ve hatta fikir üretme gibi konularda destek alan bireylerin, bu süreçleri kendi başlarına gerçekleştirenlere kıyasla çok daha az zihinsel efor sarf ettiğini net bir şekilde ortaya koydu. Bu durum, beynin karmaşık problem çözme, analiz ve sentez gibi üst düzey bilişsel işlevlerden sorumlu bölgelerinde belirgin bir pasifleşme anlamına geliyor.
Bununla birlikte, çalışmanın dikkat çekici bir başka bulgusu, katılımcıların bir bölümünün yapay zekanın fikir geliştirme ve bu fikirleri özgün bir şekilde ifade etme konularında beklentileri karşılamadığını dile getirmesi oldu. Bu, aracın mekanik görevlerde eşsiz bir verimlilik sunarken, yaratıcılık ve derin düşünme gerektiren alanlarda henüz insan aklının yerini dolduramadığını gösteriyor.
MIT’nin bu çarpıcı bulguları, dünyanın dört bir yanından gelen benzer araştırmalarla da destekleniyor. Carnegie Mellon Üniversitesi ve Microsoft iş birliğiyle yürütülen kapsamlı bir çalışma, haftada en az bir kez yapay zeka kullanan 319 çalışan üzerinde gerçekleştirildi. Anket sonuçları, çalışanların yapay zekaya duydukları güven arttıkça, eleştirel düşünme ve bağımsız problem çözme çabalarının istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde azaldığını ortaya koydu.
Araştırmacılar, inceledikleri 900’den fazla görev örneğini detaylı bir şekilde analiz ederek kritik bir uyarıda bulunuyor: Üretken yapay zeka araçları kısa vadede verimliliği ve hızı olağanüstü bir şekilde artırabilir. Ancak uzun vadede, işle kurulan zihinsel ve duygusal bağları zayıflatabilir, bireyin karmaşık durumları kavrama ve özgün çözümler üretme yetisini köreltebilir. Bu etki, bir hesap makinesinin basit aritmetik becerilerimizi etkileme olasılığından çok daha derin ve kapsamlı bir boyutta kendini gösteriyor.
Konunun bir diğer önemli boyutu ise eğitim alanında ortaya çıkıyor. Oxford University Press tarafından İngiltere’de yayımlanan bir araştırma, okul çağındaki çocukların yaklaşık onda altısının (%60), yapay zeka kullanımının akademik performanslarını olumsuz etkilediğini düşündüğünü ortaya koydu. Ancak, öğrencilerin neredeyse %90’ı aynı araçların en az bir bilişsel becerilerini –örneğin araştırma hızı ya da farklı yazım stillerini tanıma– geliştirdiğini ifade etti. Bu çelişkili tablo, yapay zekanın eğitimdeki rolünün son derece karmaşık ve adeta iki ucu keskin bir kılıç olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
University College London (UCL)‘dan Prof. Wayne Holmes, bu ikilemi şu çarpıcı sözlerle özetliyor: “Daha iyi bir ürün ortaya koymak, otomatik olarak daha iyi öğrenmek anlamına gelmiyor.” Holmes, yapay zekaya aşırı bağımlı hale gelen öğrencilerin, temel yazma, mantık yürütme ve bilgiyi sentezleme gibi vazgeçilmez becerileri geliştirmekte zorlanabileceğini ve bunun öğrenme kalitesini ciddi şekilde düşürebileceğini vurguluyor.
Prof. Holmes’ün bu tespiti, Harvard Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirilen bir başka çalışmayla da örtüşüyor. Röntgen gibi tıbbi görüntüleri yorumlamak için yapay zeka destekli sistemler kullanan doktorlar üzerinde yapılan bir inceleme, bazı doktorların teşhis doğruluğunda artış gözlenirken, bir kısmında anlaşılması güç bir performans düşüşü saptadı. Araştırmacılar, bu durumu, doktorların yapay zekanın önerilerini sorgusuz sualsiz kabul etmesi ve kendi klinik muhakemelerini arka plana atmasına bağlıyor.
Peki, bu teknolojiden tamamen vazgeçmek mi gerekiyor? Uzmanlar, bunun bir çözüm olmadığı konusunda hemfikir. OpenAI’de uluslararası eğitimden sorumlu Jayna Devani, öğrencilerin ve profesyonellerin ChatGPT gibi araçları bir “rehber” ya da “mentor” gibi konumlandırması gerektiğini savunuyor. Devani’ye göre asıl hedef, soruların yanıtlarını doğrudan araçtan almak değil; bu teknolojileri öğrenme sürecini zenginleştirmek, farklı perspektifler keşfetmek ve eleştirel düşünmeyi ateşlemek için bir kaldıraç olarak kullanmak olmalı.
Sonuç olarak, yapay zeka artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ancak MIT ve diğer saygın kurumların araştırmaları, bu ilişkinin pasif bir bağımlılıktan çok, bilinçli ve aktif bir iş birliğine dönüşmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Uzmanlar, yapay zekadan kaçınmak yerine, bu araçların işleyiş mekanizmasını anlamanın, sunduğu sonuçları titizlikle sorgulamanın ve onları insan zekasını tamamlayan bir unsur olarak konumlandırmanın yollarını aramamız gerektiğini vurguluyor. Çünkü karşımızda yalnızca zaman kazandıran bir araç değil; bilişsel haritamızı ve öğrenme biçimlerimizi kökten dönüştürme potansiyeline sahip, çok daha derin bir teknolojik devrim var.
*Bu makale, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), Carnegie Mellon Üniversitesi, Microsoft, Oxford University Press, UCL ve Harvard Tıp Fakültesi’nin ilgili akademik çalışmaları ile BBC ve Sozcu.com.tr’de yayımlanan haberler temel alınarak derinlemesine ele alınmış ve genişletilmiştir.