Türkiye’nin Demografik Dönüşümü: Nüfus Krizi Derinleşiyor
Türkiye, son yıllarda giderek derinleşen ve ülkenin gelecek yarım asrını şekillendirecek kritik bir demografik dönüşümün eşiğinde. Nüfus artış hızındaki keskin ve belirgin yavaşlama, sadece istatistiksel bir veri olmanın ötesinde, toplumsal yapının temellerini, ekonomik dengeleri ve sosyal güvenlik ağlarını derinden sarsabilecek köklü değişimlerin habercisi olarak yorumlanıyor. Uzmanlar, bu eğilimin sürmesi halinde, geri dönüşü olmayan bir yola girilebileceği konusunda uyarılarını artırıyor.
Çarpıcı Düşüş: 2,38’den 1,48’e İnen Doğurganlık Hızı
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, durumun vahametini net bir şekilde ortaya koyuyor. “Toplam doğurganlık hızı”, yani bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı, 2001 yılında 2,38 seviyesindeydi. Ancak 2014 yılı, sürekli bir düşüş eğiliminin başlangıcı oldu. Bu tarihten itibaren yaşanan istikrarlı gerileme, 2018’de bu oranın 2,0’a kadar düşmesiyle sonuçlandı. Daha da çarpıcı olan ise, 2018’den sonra bu hızın 2,0 eşiğinin altına inerek bir daha çıkamaması.
Düşüş, adeta seri halinde devam etti: 2019’da 1,89, 2020’de 1,77, 2021’de 1,71, 2022’de 1,63, 2023’te 1,51 ve nihayet 2024 verilerine göre 1,48. Bu rakam, bir nüfusun kendini yenileyebilmesi için gereken ve dünya genelinde kabul gören 2,1’lik “nüfus yenilenme düzeyi”nin oldukça altında. Uzmanlar, mevcut gidişatın devam etmesi durumunda Türkiye’nin, doğurganlık hızı ortalaması zaten düşük olan Avrupa Birliği ülkelerinin bile gerisine düşebileceği konusunda hemfikir.
“Yüksek Alarm” Seviyesi ve Geri Dönüşü Olmayan Yol Uyarısı
TÜİK Başkan Yardımcısı Furkan Metin, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, doğurganlık hızının 1,4’e düşmesiyle birlikte “yüksek alarm” seviyesine gelindiğini vurguladı. Metin, Türkiye’nin geçen yıl itibarıyla artık “çok yaşlı ülkeler” sınıfına dahil olduğunun altını çizerek, gelecek 25 yılda yaşlı nüfus oranının %25’in üzerine çıkabileceği öngörüsünde bulundu.
Metin, yaşanan düşüşe paralel olarak ortalama ve ortanca yaşın da hızla arttığına dikkat çekti ve çarpıcı bir benzetme yaptı: “Türkiye, 1990’lı yıllarda 20 yaşındaki genç gibiydi. Doğurganlıktaki düşüş bu şekilde devam ederse yaklaşık 40 yıl içerisinde ortanca yaşımız 45’in üzerine çıkabilir. 45 yaşındaki Türkiye’nin enerjisiyle, 1990’lı yıllarda 20-25’li yaşlarda olan Türkiye’nin enerjisi bir olmayacak.”
Mevcut durumu “çok ciddi bir nüfus krizi” olarak niteleyen Metin, doğurganlık hızındaki düşüşlerin 10 yıl daha devam etmesi durumunda, geri dönüşü olmayan bir yola girileceğine dikkat çekti. Bu durumun en önemli sonuçlarından biri, sosyal güvenlik sisteminin mevcut haliyle sürdürülemez hale gelmesi olacak. Çalışan (aktif) nüfusun azalıp, emekli (bağımlı) nüfusun artması, sistem üzerinde kaldıramayacağı bir yük oluşturacak.
Sezaryen, Geç Evlilik ve Yalnızlaşan Toplum
Furkan Metin, düşüşün arka planındaki sosyolojik ve tıbbi faktörlere de değindi. Türkiye’nin sezaryen doğum oranlarında dünyada ilk sırada olduğunu hatırlatan Metin, “İnsanlar hem geç evleniyor hem sezaryenle çocuk sahibi oldukları için arzu etseler de 2 ve 3 çocuğun üzerine çıkmakta zorlanıyorlar.” ifadelerini kullandı.
Metin’in bir diğer vurgusu ise, aile yapısındaki değişim ve yalnızlık riski oldu. Tek çocuk sahibi olanları veya evlenmeyenleri ileride yalnızlığın beklediğini söyleyen Metin, “Şu anda kapısını çaldığımız her 5 hanenin 1’inde yalnız biri yaşıyor. Bu yalnız yaşayanların da %35’ini 55 yaş üstü kadınlarımız oluşturuyor.” dedi. Bu tablo, Avrupa’da birçok ülkenin yaşlanmayla birlikte mücadele ettiği sosyal izolasyon ve bakım sorunlarının Türkiye’de de kapıyı çalmak üzere olduğunu gösteriyor. Metin, “Ancak o ilerleyen yaşlardaki çocuk yapma pişmanlığı fayda vermiyor. Ülke olarak bu eşiği maalesef şu an kaçırıyoruz.” uyarısını yaptı.
Tarihsel Perspektif: Artırmaktan Azaltmaya Geçiş
Milli Savunma Üniversitesi Deniz Harp Okulu Dekanı Prof. Dr. Cemalettin Şahin, ülkede yaşanan nüfus krizinin yeni olmadığını, son 20 yıldır devam ettiğini belirterek, konuya tarihsel bir perspektif kazandırdı. Şahin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Atatürk’ün “100 milyonluk Türkiye” hayali doğrultusunda nüfusu artırmaya yönelik politikalar izlendiğini anımsattı. 1930’daki Hıfzıssıhha Kanunu ile 6 ve daha fazla çocuğu olan annelere madalya verildiğini, maddi yardım yapıldığını ve keyfi düşüklerin yasaklandığını hatırlattı.
Ancak 1950’lerin sonlarına doğru politika tamamen değişti. Şahin, bu kez nüfusu azaltmak için gazeteler öncülüğünde kampanyalar başlatıldığını, dışarıdan vakıf ve derneklerin de bu sürece müdahil olduğunu vurguladı. 1965’te çıkarılan Nüfus Planlaması Kanunu ile Türkiye’nin nüfusunu azaltmak için tüm imkanların kullanıldığını ifade etti.
Çözüm Önerileri: Konuttan Eğitime Topyekûn Seferberlik
Prof. Dr. Cemalettin Şahin, mevcut krizi aşmak için radikal düzenlemelere ihtiyaç olduğunu savunuyor. Önerileri, günlük hayatın merkezine dokunuyor:
- Konut Mimarisi: “1+1 ve 2+1 evler çocuklar için adeta hapishane durumunda. Konut kültürümüzün değişmesi lazım.” diyen Şahin, ailelerin büyüyebileceği mekanların tasarlanması gerektiğini belirtiyor.
- Eğitim Süreleri: Uzayan eğitim sürelerinin kısaltılması ve eğitim sisteminin yeniden elden geçirilmesi gerektiğini dile getiriyor.
Şahin, halktaki yaygın “ekonomik kaygılar nüfusu azaltıyor” ön yargısına da itiraz ediyor. Bu iddianın doğru olmadığını, zengin ülkelerin nüfuslarının da artmadığını, bunun bir “kültür işi” olduğunu savunuyor. Amacın sınırsız nüfus artışı olmadığını, ancak Türkiye’nin şu anda kendi tarımını yapacak, dinamizmini koruyacak genç nüfustan mahrum kalmak üzere olduğunu vurguluyor. Şahin, son sözlerinde uyarısını netleştiriyor: “Gelecek çok iyi görünmüyor, topyekûn bir seferberlik lazım.”
Türkiye, demografik bir geçiş sürecinin en kritik aşamasında. Rakamlar, uyarılar ve tarihsel tecrübeler, sorunun boyutunun farkına varılarak, kısa, orta ve uzun vadeli, çok boyutlu bir strateji ile hareket edilmesi gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde, yaşlanan nüfus, azalan iş gücü ve gerilime dayalı sosyal güvenlik sistemi, gelecek nesillerin omzuna binecek en ağır yükler olabilir.