Doğa ve Yaşam Mücadelesi: Tunceli’de Ponza Ocağına Karşı Köylülerin Direnişi
Tunceli’nin tarih kokan topraklarında, Hozat ile Pertek ilçeleri arasında uzanan ve beş köye can veren ortak mera alanları, bugün ciddi bir tehdidin gölgesinde. Karabakır, Dorutay, Yukarı Gülbahçe, Akdemir ve Ardıç köylerinin geçim kaynağı, kültürel hazinesi ve doğal sığınağı olan bu bölge, bir ponza taşı ocağı projesinin hedefinde. Söz konusu proje, sadece bölge halkının yaşam biçimini değil, aynı zamanda ekolojik dengeyi de derinden sarsacak bir boyutta. Hukuki süreç ise Tunceli Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün projeye ilişkin verdiği ‘ÇED olumlu‘ kararının, Erzincan İdare Mahkemesi’nde açılan bir dava ile sorgulanmasıyla kritik bir aşamaya ulaştı. Köylüler, bu karara karşı yürütmeyi durdurma talebiyle hukuki bir mücadele başlatmış durumda.
Mahkeme salonlarındaki bu hukuk savaşı, arazideki kararlı ve zorlu bir direnişle bütünleşiyor. Köylüler, topraklarını savunmak adına tam 165 gündür kesintisiz bir şekilde çadır nöbeti tutuyor. Mevsimin acımasız kış koşulları, bu nöbete kısa bir süreliğine ara verilmesine yol açsa da, bu durumun madencilik firması tarafından bir fırsata dönüştürülmeye çalışıldığı iddiaları gündemde. Çadırların kaldırılmasından hemen sonra, firmanın bölgeye harita mühendisleri göndererek işaretleme çalışmalarına giriştiği öne sürülüyor. Bu hamle, köylülerin direniş ateşini yeniden harladı. Hızla harekete geçen köylüler, söktükleri çadırı tekrar kurarak dava sonuçlanana dek nöbeti sürdüreceklerini kararlı bir şekilde duyurdu.
Direnişin öncülerinden Elif Dal, yaşananları şu çarpıcı sözlerle dile getiriyor: “Çadırımızı cuma günü topladık. Daha bir saat geçmeden şirket burada çalışmalara başladı. Hemen birbirimize haber verdik ve yeniden buraya geldik. Biz vardığımızda şirket çalışanları adeta kaçarcasına bölgeyi terk etti.” Dal’ın ifadeleri, direnişin ruhunu ve azmini açıkça yansıtıyor: “Mücadelemiz sonuna kadar sürecek. Ölümse ölüm, bu kadar net. Topraklarımızdan ellerini çeksinler.” Direnişin temel dayanağını ise yaşam biçimlerine ve geleceklerine olan bağlılıklarında buluyor: “Biz burada topraklarımıza sahip çıkıyoruz. Hayvanlarımız, çocuklarımız var; bu eşsiz doğada yaşıyoruz. Şirketleri burada istemiyoruz.”
Zeve Köyü Sultan Hıdır Cemevi Derneği Başkanı Songül Koyun ise direnişin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel, inançsal ve ekolojik boyutlarını vurguluyor. Soğuk hava koşullarının tüm zorluğuna rağmen kararlılıklarını dile getiren Koyun, “Soğukta donsak bile burayı asla terk etmeyeceğiz” diyor ve firmaya kesin bir mesaj gönderiyor: “Onları buraya sokmayacağız, bunu açıkça bilsinler.” Bölgenin hayati önemini ise şu çarpıcı noktalarla sıralıyor: “Burada arıcılık yapan insanlar var. Bölge sit alanı ilan edildi, mezarlarımız burada. İçme suyumuz buradan sağlanıyor. Burası yok olursa biz de yok oluruz.” Koyun, bölgenin coğrafi konumunun da kritik bir unsur olduğunu belirterek, “En önemlisi, iki inanç merkezinin tam ortasında yer alan bir bölge olması” ifadelerini kullanıyor.
Metin Palancı ise direnişin uzun ve meşakkatli yolculuğunu hatırlatarak şu sözleri sarf ediyor: “Maden ocaklarına karşı yağmurda, çamurda, sıcakta direndik.” Son gelişmeleri aktarırken, “Çadırı üç gün önce kaldırdık, bir saat sonra müteahhitlerin adamları buraya geldi” diyerek, köylüler ile firma arasındaki gerilimin ne denli hızlı tırmandığını gözler önüne seriyor. Tüm bu süreci özetleyen cümlesi ise son derece net ve kesin: “Burada müteahhitlere verecek bir karış toprağımız yok. Maden istemiyoruz.”
Tunceli’nin huzurlu köylerinde yaşanan bu mücadele, yerel bir çevre meselesinin çok ötesinde bir anlam taşıyor. Bir tarafta ekonomik kalkınma ve kaynak çıkarımı gerekçeleri, diğer tarafta ise yüzyıllık bir yaşam tarzının, doğal zenginliklerin, kutsal alanların ve temiz su kaynaklarının korunması yönünde bir irade var. Köylülerin 165 günü geride bırakan çadır nöbeti, yalnızca fiziksel bir direniş değil; aynı zamanda hukuki hak arayışı ile güçlendirilmiş, medeni bir itaatsizlik ve varoluşsal bir mücadele biçimine dönüşmüş durumda. Erzincan İdare Mahkemesi’ndeki davanın sonucu ve bölgedeki nöbetin seyri, yalnızca bu beş köyün değil, benzer tehditlerle karşı karşıya olan diğer kırsal bölgelerin geleceği için de belirleyici bir eşik olacak. Mera, sadece hayvan otlatılan bir arazi değil; bir yaşam alanı, bir geçim kaynağı, bir kültür mirası ve atalardan kalan kutsal bir emanet. Bu emaneti koruma çabası, Tunceli’nin soğuk dağlarında sıcak bir direniş ateşiyle yanıp tutuşuyor.