“Boynuz Takmak” Deyiminin Kökenleri: Tarihin Derinliklerinde Bir Aldatma Sembolü
Türkçeden İtalyancaya, Rusçadan İngilizceye kadar onlarca dilde, aldatmayı ifade etmek için kullanılan bu sembolün ardında, savaşçı Germen kabilelerinin miğferlerinden, Bizans sarayının entrikalarına uzanan iki güçlü ve ilginç tarihi anlatı yatıyor.
Germen Savaşçılarının Miğferi ve Evdeki Sessiz Mesaj
Deyimin en yaygın ve kabul gören kökeni, eski Germen topluluklarının savaş ve evlilik ritüellerine dayanmaktadır. Bu topluluklarda, uzun seferlere çıkacak savaşçı erkekler için yapılan hazırlıklar yalnızca silah ve zırhla sınırlı değildi. Savaşçıya takılan boynuzlu veya boynuz motifli miğfer, yalnızca bir koruyucu başlık değil, aynı zamanda toplumsal bir sözleşmenin de somut bir işaretiydi.
Bu geleneğe göre, savaşa giden erkeğin miğferi, geride bıraktığı eşine sessiz ama herkesçe anlaşılan bir mesaj iletiyordu: “Kocan ölüm riski taşıyan bir yolculuğa çıkıyor. Onun yokluğunda, geleneksel evlilik bağları geçici olarak askıya alınabilir.” Bu, kadına belirli bir özgürlük alanı tanıyan, savaşın sert gerçeklerine dayalı toplumsal bir uzlaşıydı.
Ancak hikaye burada bitmiyor. Savaştan sağ salim dönen savaşçı, evinin eşiğinden adımını attığı anda, karşılaştığı manzara duygusal durumunun bir göstergesi olurdu. Eğer eşi, onun yokluğunda başka bir ilişkiye başlamamışsa, evde her şey eskisi gibiydi. Fakat eş sadakatsizlik yapmışsa, savaşçıyı evde kendi miğferini andıran ‘boynuzlar’ bekliyor olurdu. Bu boynuzlar, bazen gerçek hayvan boynuzları, bazen de sembolik temsiller olarak eve yerleştirilirdi. Böylece, “boynuzlu” olmak, evde yaşanan ihanetin toplum önünde ilanı ve kalıcı bir damgası haline geldi. Zamanla, bu somut uygulama, dilde “boynuz takmak” veya “boynuzlu olmak” şeklinde soyut bir deyime dönüştü.
Bizans’ın Geyik Boynuzları: Bir İmparatorun Rüşvet ve İhanet Sembolü
Deyimin bir diğer güçlü köken hikayesi ise, entrika ve skandallarla dolu Bizans İmparatorluğu sarayına uzanır. Başrolde, 12. yüzyılda tahtta oturan I. Andronikos Komnenos bulunmaktadır. Tarihçilerin aktardığına göre Andronikos, son derece şehvet düşkünü ve despot bir hükümdardı. Saraydaki ve etrafındaki pek çok soylu kadınla gizli ya da açık ilişkiler yaşadığı bilinmektedir.
Ancak bu ilişkilerin ortaya çıkması ve kadınların kocalarının tepkisi, imparatorun iktidarı için potansiyel bir tehdit oluşturuyordu. Andronikos, bu sorunu zekice ve sinsice bir yöntemle çözdü. İlişki yaşadığı kadınların kocalarını susturmak için onlara o dönemde büyük bir ayrıcalık ve gelir kaynağı olan “yasak av bölgelerinde avlanma izni” verdi. Bu izin, adeta bir rüşvet, sessiz kalmaları için bir ödüldü.
Peki boynuzlar nerede devreye giriyor? İmparator, bu şekilde “ödüllendirdiği” erkeklerin evlerini işaretlemek ve belki de kendi gücünü alaycı bir şekilde teşhir etmek için o evlerin kapılarına veya girişlerine büyük geyik boynuzları astırırdı. Zamanla, Konstantinopolis sokaklarında kapısında geyik boynuzu asılı olan evler, herkesin bildiği bir sır haline geldi. Bu evlerin erkekleri, “imparator tarafından rüşvetle susturulmuş, onurunu kaybetmiş, aldatılan adam” anlamına gelen bir unvanla anılır oldu. Bizans’ın yıkılışından sonra bile, bu hikaye dilden dile dolaşarak deyimin bir diğer tarihi dayanağı olarak kültüre yerleşti.
Bir Sembolün Kültürlerarası Yolculuğu
Bu iki farklı anlatı, ister Kuzey Avrupa’nın savaşçı kabilelerinden, ister Doğu Roma’nın ihtişamlı sarayından gelsin, ortak bir noktada buluşur: Boynuz, erkeğin itibarını ve onurunu zedeleyen bir aldatılma durumunun evrensel ve güçlü bir sembolü haline gelmiştir. Gücü, saldırganlığı ve erkekliği de temsil eden boynuzun, tam tersi bir anlamda “küçük düşürülmüş erkekliği” simgelemesi, dilin ve kültürün ironik bir oyunudur.
Günümüzde “boynuz takmak”, “boynuzlu olmak”, İtalyanca’da “avere le corna”, İspanyolca’da “poner los cuernos” gibi ifadelerle Akdeniz’den Avrupa’nın içlerine kadar yaşamaya devam ediyor. Kökeni hangi hikayeye dayanırsa dayansın, bu deyim, insan ilişkilerinin en eski ve en sarsıcı dramlarından birini, bin yılları aşan bir imgeler zinciriyle anlatmayı sürdürüyor.
Araştırma Notu: Bu makalede yer alan köken hikayeleri, etimoloji ve tarih alanında yaygın kabul gören anlatılara dayanmaktadır. Deyimlerin kökenleri çoğunlukla kesin çizgilerle belirlenemez ve farklı kültürel katmanları iç içe geçirmiş olabilir. Germen geleneği, akademik çevrelerde genellikle daha güçlü bir köken olarak kabul edilse de, Bizans efsanesi de deyimin yaygınlaşmasında ve renklenmesinde önemli bir rol oynamıştır.